Engellilerle Doğru ve Etkili İletişim Eğitimi

DSC05895

Tüm insanlar eşit doğar ve toplumda eşit haklara sahiptir. Ancak yaşamda bazı gruplar, sosyal durumları, bilişsel ve fiziksel farklılıkları açısından sahip oldukları hakların farkında olmadıkları gibi toplumu oluşturan diğer bireyler de bu kesimin sahip oldukları haklardan haberdar değildirler. Biz de Önyargısız Yarınlara isimli projemizle bu konuda toplumda farkındalık yaratmayı amaçladık.

DSC05897Projemiz Zonguldak Valiliği koordinasyonunda Alaplı İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından yürütülmekte olup Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından EDES Programı kapsamında finanse edilmektedir. Proje ortaklarımız Alaplı Belediyesi, Alaplı Kent Konseyi, Anadolu Engelliler Birliği Derneği Alaplı Şubesi‘dir.

DSC05903

Projemiz kapsamında eğitmen Mehmet KIZILTAŞ tarafından “Önyargısız Yarınlara” konulu 20 eğitim gerçekleştirilecek olup bu eğitimlerle en az 2000 katılımcıya ulaşmayı hedeflenmekteyiz.

DSC05909

Projemizde eğitim katılımcılarımız Alaplı ilçesinde yaşayan tüm kamu görevlileri, belediye çalışanları, halk otobüsü çalışanları, Ticaret ve Sanayi Odası, Esnaf ve Sanatkarlar Odası gibi sivil toplum kuruluşlarının üyeleri ve lise öğrencilerinden oluşmaktadır. Yani hedef kitlemiz engelliler değil engellilerle bire bir iletişimde bulunabilecek kişilerdir.

Proje kapsamında gerçekleşecek eğitimlerle tüm katılımcılarımızın;

DSC05912Engellilere önyargısız bakabilmelerini, engellilerle doğru iletişim kurabilmelerini, engellilerin de toplumun bir parçası ve paydaşı olduklarının farkına varabilmelerini, engelin bir kusur veya dışlanma sebebi olmadığını öğrenmelerini ve kazandıkları deneyimleri çevreleriyle paylaşarak kalıcı toplumsal değerler yaratacaklarının farkına varmaları amaçlanmaktadır. Özellikle kamu ve hizmet sektöründeki paydaşlarımız, karşılaştıkları engelli bireylere nasıl davranmaları gerektiği ile ilgili bilgi sahibi olacaklardır. Öğrenci paydaşlarımız da bu eğitimlerin bir parçası olarak, projemizin tüm topluma yayılmasını ve sürekliliğini sağlayacaklardır. Tüm bunların neticesinde ilçemizde bir engelli farkındalığı oluşturulacak ve Alaplı engelli vatandaşlarımızın mutlu olduğu bir şehir olacaktır.

DSC05914Bu projeye katkılarından dolayı Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına, Zonguldak Valiliğine, Alaplı Kaymakamlığına, Alaplı Belediyesine, Alaplı Kent Konseyine, Anadolu Engelliler Birliği Derneği Alaplı Şubesine teşekkür ederiz.

DSC05917 DSC09109 DSC05950 DSC05926 DSC05921

KPSS Süreci ve Ders Çalışma Tekniğim

Kudretli Puanlı Sorular Sistemi

KPSS’de bölümünüz adına atanacak kadar puanı alamamaktan daha kötü bir şey varsa o da atamanız yapılmadığı halde tekrar KPSS’ye çalışmak zorunda olmaktır. KPSS kazanılmaz. KPSS’de X puan alan kazanmış sayılmaz. KPSS’de Y puan alan başarılıdır diye bir şey de yoktur. Aynı şey bu durumların olumsuzları içinde geçerlidir. KPSS sonucunda ya zaten hakkınız olan bir atama ile karşılaşırsınız ya da hakkınız olan atamanın yapılmaması durumuyla.

KPSS’den 70 alıp atanmış bir öğretmen KPSS’yi kazanmamıştır. 100 alıp atanmış bir öğretmende KPSS’yi kazanmamıştır. 50 alanın atandığı, 98 alanın atamasının yapılmadığı bir ülkede KPSS hiçbir şeyin ölçütü değildir. Hele hele de iletişim becerileri ve öğretmenlik mesleki yeterliliğin.

Ataması yapılmayan öğretmenler kadrosunda bende bulundum 1 sene. Şükürler olsun ben 1 senede kurtuldum. Daha uzun süre kalan arkadaşlara da Allah’tan yardım diliyorum. Atamamın yapılmadığı süreçte gerçekten çok büyük sıkıntılar çektim. Daha uzun süre ataması gerçekleşmeyen arkadaşları da iyi anlıyorum.

Eğer atamanız gerçekleşmezse neler olacak? Sürekli değişik sorularla karşı karşıya kalacaksınız. Siz açıklamaya çalışacaksınız ancak karşı taraf zaten iletişime kapalı bir şekilde geldiği için anlattıklarınızı anlamayacak. Ya da cehaletinden dolayı anlayamayacak. Örneğin; “… kadar öğretmen atandı, sen neden atanamadın?” diye soracaklar. Ancak bu soruyu öyle bir soracaklar ki sizi ezerek, aşağılayarak, siz gerizekalısınız da ondan kazanamıyormuşsunuz gibi…
Siz başlayacaksınız; işte bizim norm açığımız, norm fazlamız, kontenjan, atama, puan, sıralama vs… sadece suratınıza aşağılar ifadelerle bakacaklar o kadar.

Karşılaşılacak diğer sorular: Hala atanamadın mı? Yine mi olmadı? Filancanın işi var oraya gir başla bari. Sen şimdi üniversite mezunuyum diye fabrikaya da girmezsin. Dersane- özel okul vs.. başvur. Bari askere git, aradan çıksın vs. vs.. gibi abuk sabuk ifadelerle sorularla karşılacaksınız. Bunların hepsine hazırlıklı olun.
KPSS Sürecini Nasıl Yönettim?

KPSS elbette zor bir süreç. Yukarıda da dediğimiz gibi özellikle birden fazla yıldır hazırlanıyorsan daha da zor bir süreç. Evvela kitaplarda yazdığı gibi her gün şu kadar saat, bu kadar ders vs… filan bunların hepsi hikaye. Bunların hepsini bir kenara atacağız. Duyduğumuz bütün ders çalışma tekniklerini kafamızdan sileceğiz hepsi yalan. Bir öğretmen adayının bu tarz şeylere hiç ihtiyacı yoktur. Öncelikle herkes kendi ders çalışma programını kendi sistemini kendisi hazırlayacak ve mümkün olan en esnek şekilde hazırlayacak. Hangi derse ne kadar ağırlık vereceğini, nasıl bir çalışma izleyeceğini kendi belirleyecek. Sonra ufak ufak kendini sıkmadan çalışmaya başlayacak. Özellikle söylüyorum kendinizi ders çalışmaya zorunlu gibi hissederseniz başarılı olamazsınız. KPSS’yi, soru çözmeyi oyun oynama gibi algılamaya, bu işten zevk almaya çalışırsanız başarılı olursunuz. Bu da ancak şahsınıza en uygun ve olabildiği kadar esnek bir çalışma ile olur. Çok değil verimli çalışma önemlidir.

Ben nasıl çalıştım?

İlk başlarda haftanın her günü ders çalışmıyordum. Bu süreç alışma sürecidir. Alışma sürecinde konu anlatımlarına bir şey diyemem ama sizlere tavsiyem bildiğiniz konuların kolay terslerini çözerek geçirmeniz yönündedir. Bu çerez sorular dediğimiz tipte soruları çözerek alışma sürecini geçirdikten sonra sürecin ortalarında her gün soru çözüyordum, bir arkadaşımla birlikte soru cevap çalışması yapıyordum. Soru cevap çalışmaları konu çalışmaktan çok daha etkili oluyor. Bu esnada sohbette ettiğimiz için hiç sıkılmıyordum. Sürecin sonuna doğru yine çalışmalarımı biraz gevşettim.

Ders çalışırken konularını iyi bildiğim, hiçbir zorluk yaşamadığım derslerin sorularını müzik veya dizi eşliğinde çözüyordum. Böylece dizilere ayrıca vakit ayırmama gerek kalmıyordu. Genel kültür, genel yetenek derslerini hep birlikte götürdüm. Türkçeye özel olarak hiç vakit ayırmadım. Denemeden denemeye Türkçe çözdüm. (Türkçe konularına hakim olduğum için)
Matematik dersine özellikle her gün soru çözdüm. KPSS’de Matematikten 2 yanlış yaptım. Matematiğin bütün konularına hakimdim ancak hızda önemliydi ve çözmem gerekiyordu. Tarih dersine soru çözerek ve soru cevap çalışması yaparak çalıştım. Coğrafyaya ise okuma ve soru çözme ile çalıştım. (Coğrafyayı 18’de 18 yaptım) Vatandaşlık hiç çalışmadım. Sene boyunca denemelerde de 1-2 net yapabiliyordum sadece. Ancak son gece vatandaşlık çalıştım ve 9 soruda 9 doğru yaptım.

Eğitim bilimleri derslerini asla birlikte yürütmemek gerektiğine inanıyorum. Birbirine çok karışıyor. Aynı ifadeler farklı derslerde farklı anlamlara gelebiliyor. Bu nedenle bir eğitim bilimi dersi bitmeden diğer derse geçmedim. Özellikle Öğrenme Psikolojisi, Gelişim Psikolojisi ve Ölçme Değerlendirmeye ağırlık verdim. Öğretim Yöntem ve Tekniklerini son hafta çalıştım.
90.13 puan alarak atandım.

Daha önce yukarıda da belirttiğim gibi bu söylediklerimin hepsi hikaye. Herkes kendi çalışma stilini kendi oluşturmalı. Programını kendi yapmalı. Ben yalnızca örnek olması adına yazdım.

Herkese başarılar dilerim.

#Çare Eğitim

Eğitim herhangi rütbe veya kademede görev alan herhangi kişilerin bile bir araya geldiklerinde konuşabilecekleri en ciddi konudur. Ancak artık Türkiye’de eğitim konusu o kadar laçkalaşmış ki herhangi bir uzmanlığı olmayan kişiler altından üstünden atıp tutuyor, hatta eğitim konuştuğunu sanarak saçmalıyorlar.

Sayın Başbakan geçtiğimiz günlerde katıldığı bir programda “eğitimde reform yaptık” ifadesini kullandı. Türkiye’de insanlar çeşitli görüşlere, ırklara, dinlere, dillere, renklere vs… mensup olabilirler ama hiç kimse “bokunu ellemiş deli” değil. Hepimiz sistemin içinden geldik, bir şekilde içindeyiz neyin ne olduğu somut olarak ortadadır. Eğitimde reform yapmak ABD’nin 80 sene önce uyguladığı eğitim modelini uygulamak mıdır? 4+4+4’e oradan 1+8+4 e en son 3-5-2’ye geçmek midir? Bunlar mı reform? “Finlandiya da uygulanan eğitim modelini getirdik” Finlandiya’daki fiziki olanaklarla seninki bir mi? Aç Tavuk! Kendini buğday ambarında mı sanıyorsun?

Değerli arkadaşlarım;
Bu memlekette tebeşiri, prizi olmayan okul var! Bakın tablet, akıllı tahta, bilgisayar demiyorum. Samimi söylüyorum bu memlekette tebeşiri olmayan okul var ve karşısında cevap veren kimse olmadığı için sayın başbakan atıp tutuyor, eğitimde reform yaptık diye.

Fırsatları Artırma ve Teknolojiyi İyileştirme Hareketi (FATİH PROJESİ) adı altında bir çalışma başlatıldı Türkiye’de yıllaaaar yıllaar önce! Güya her öğrenciye tablet bilgisayar verilecek, sınıflarda akıllı tahta olacak okullarda teknolojik alt yapı oluşturulacak ve teknolojiyle iç içe bir eğitim verilecekti.
Elbette yapılmadı. Yapılmayacak da, yapamayacaklar da.
Samimi değiller çünkü. Seçim zamanları ortaya böyle şeyler atarak birilerini kandırma peşindeler. Iğdır’daki Yenidoğan İlköğretim Okulu’na giden öğrencilerin ayağına giymeye çorabı bile yok, okullarının duvarları hayvan gübresiyle sıvalı sen benim karşıma geçmiş tablet bilgisayar diyorsun. Arkadaşlar lütfen biraz mukayese edin.

Kaldı ki; Teknolojiyi üreten veya ekonomisi bizden kat kat daha iyi olan ülkeler bile böyle ütopik söylemler içerisinde bulunmamışlar; biz bu konuda acaba ne kadar samimiyiz? Teknolojik bir eğitim verilmesi konusunda ne kadar samimi olduğumuzu ise Bilişim Teknolojileri Öğretmenleri’nin hallerini incelerseniz anlarsınız.

Başka bir sorunumuz ve çözüm önerimiz ise şöyle; Eğitim bir güdülenme işidir. Dışsal süreçlerden çok, içsel olması önemlidir. Peki biz eğitimi içselleştirebiliyor muyuz? Hayır. Bir kere ilkokul 1. sınıftan itibaren çocuklar öğrendikleri şeyleri ya da öğretilmeye çalışan şeyleri niçin öğrenmeleri gerektiğini bilmiyor ki?

Her sene okullar açılmadan 1 hafta önce bütün öğrenciler okula toplanıp; eğitimin önemi, niçin eğitim almaları gerektiği, eğitimli insanların neler yapabileceği, örnekleri anlatılıp eğitim gibi kelime olarak soyut kalan bir kavramın somutlaştırılıp içselleştirilmesi sağlanabilir. Üst düzey uyarılmış halindeki bireyler harekete geçirilmelidir. Öğrencilerin güdülenmişlik düzeylerini artırmalıyız. Bu 1 haftalık süreçte öğrencilere bu sene neler öğreneceklerini, bu öğrendiklerinin ne işe yarayacağı ve günlük yaşamda nerelerde kullanabilecekleri aktarılıp güdülenmeleri sağlanır. Önemli olan bunların lafta kalması, dümdüz anlatılıp geçilmesi değildir. Öğrencinin bunu içselleştirmesini sağlamaktır. Bu konuda son olarak ayrıca yıl içerisinde okulda yapılacak olan Kültür (geziler vs.), sanat ( resim, müzik yarışmaları), edebiyat (şiir, kompozisyon, münazara vs.) ve spor faaliyetlerinin neler olacağı öğrencilere anlatılır.

Başka bir eğitim sorunumuz ise eğitim her kademesinde (ilk-orta ve yüksek öğretim) ve her branşında karşımıza çıkan terimsel ifadeler sorunudur. Bilimin dili günümüzde İngilizce olduğundan ve terimsel ifadelerin çoğu İngilizce ya da Latince olduğundan özel olarak incelenmediği taktirde o terminolojik ifadelerin öğrenilmesi güçtür. Genellikler öğretmenler veya akademisyenler bu kavramların evvelce bilindiğinden yola çıkarak derslerini anlatmaya başlarlar. Ancak eğitim bütünsel bir süreçtir. Terimsel ifadeleri bilmeyenler muhakkak geri kalırlar. Bu nedenler her dersin konularına geçilmeden önce ilk ünitesinde verilecek eğitim o ders ile ilgili o sene işlenecek konularda geçen terimlerin anlamı, nerelerde kullanılacağı şeklinde “terminoloji ünitesi”dir.

Eğitimle ilgili kızlı-erkekli davası, uzaktan eğitimle ilgili problemler, Türkiye’de eğitime bakış açısı vs. eleştiriler ve çözüm önerilerimi uzar da gider. Bu konulara girmeden önce “öğretmen atamalarıyla” ilgili gerek iktidara gerekse muhalefete nacizane bir eleştiride bulunup konuyu kapatmak istiyorum.

Sayın Milletvekilleri, siyasi parti başkanları;

Meydanlarda bağıra çağıra naralar attığınız konu “EĞİTİM”dir ki asla çocuk oyuncağı olmadı. Rant sağlamaya çalıştığınız insanlar ki “İşleri Eğitim Olan Öğretmenler” sizin asla rant kapınız olmayacaklar!

Seçim ya da atama zamanları iktidar partisi yetkilileri ya da başbakan (burada iktidarın kim olduğu önemli değil; hangi parti olursa olsun) size 10 bin atama hadi sevinin, hadi yine iyisiniz 40 bin atama, lütfettik 25 bin öğretmen atadık, bizi kimse eğitim politikamızla yargılayamaz, şu kadar yılda şu kadar öğretmen atadık vs. gibi söylemlerle ortaya çıkıyorlar.

Muhalefet partilerinin milletvekilleri ya da genel başkanları ise; vay efendim ne kadar öğretmen açığı var şu kadarcık mı atama yaptın, sen de adam mısın, öğretmenler sokakta işsiz dolaşıyor vs.. gibi söylemlerle ortaya çıkıyorlar.

Bir kere bir şeye netlik kazandıralım. Bu memlekette geçtiğimiz yıllarda 98 alan bir Fizik Öğretmeni atanamadı mı? ATANAMADI.
Ancak 40-50 puanlarla muhtelif branşlarda öğretmen alımı yapıldı mı? YAPILDI.

O zaman KPSS Öğretmenler için bir başarı kıstası değildir! Bu, bu kadar da nettir. Ayrıca KPSS Öğretmenlik mesleğine ve onuruna yakışır, adaletli bir sistemde değildir.
Bu doğrultuda atanamayan öğretmen yoktur. Öğretmen arkadaşlarım görevde olsun, dışarıda olsun hepsi öğrencilerine kavuşmayı tek tek alınlarının teriyle hak etmişler. Bu doğrultu da hata, sorumluluk adı her neyse tamamen devlettedir. Atanamayan öğretmen yoktur, devlet tarafından ataması yapılmamış öğretmen vardır. O kişinin atanamamış olması yalnızca devletin problemidir.

İktidar ve muhalefet bu laf yarışındayken bir takım kendini bilmez öğretmen arkadaşlarımızda onların bu oyunlarına alet oluyorlar. Bizim derdimiz 10 bin atama, 20 bin çıkartma, 40 bin ekleme değil. Biz eğitimciyiz arkadaş. Siyasilerin eğitimle alakalı konuştukları tek şey seçim zamanları öğretmen ataması.

Kimse çıkıpta;
– Biz eğitimde yenileşmeye gideceğiz. Şu şu şu materyalleri şu şu şu şekilde, şu şu şu müfredatla birlikte işleyeceğiz. Bunun için gerekli maddi kaynaklarımızı şuradan karşılayacağız
– Öğretmenlerin sosyal hak ve güvenliklerinde, maaşlarında düzenlemeler yapacağız.
– Yıllar içerisinde sönüp giden meslek itibarına, iade-i itibar edeceğiz.
– Okulların fiziki alt yapılarını ivedi şekilde iyileştireceğiz.
– Öğretmen yetiştiren okullar ve yüksek öğretim kurumlarınca yalnızca xxxx yılları ile yyyy yılları arasını kapsayan “EĞİTİM PLANI”mız çerçevesinde gerekli görüldüğü kadar öğretmen yetiştirilmesini sağlayacak ve yetiştirilenlerin her birinin mezun olduklarında göreve başlamasını sağlayacağız. Öğretmen talebini ve arzını dengeleyecek kimseyi mağdur etmeyeceğiz.
vs. vs. şeklinde SOMUT VE SORUNUN ÇÖZÜMÜNE İLİŞKİN ŞEYLERDEN BAHSETMİYOR. NE MUHALEFET NE İKTİDAR!

Herkesin ağzında bir sakız, ATAMA DA ATAMA. Atamanız batsın. 300 binden fazla adam var benim gibi öğretmen ama işsiz. Al 10 bin kişi, al 40 bin kişi. Hadi beni de al. Geri kalanlar?
Yeni yetiştirilenler?
Öğretmen okulları, Eğitim Fakülteleri, öğretmen olma umuduyla formasyon verdiğin Fen Edebiyat mezunları?
Diğerleri ne olacak?

Cevap: Ortada kalacaklar. Ama bir paragraf üstte saydığım gibi yaparlarsa işler yoluna girer, kimse mağdur olmaz. Öğrenciler, öğretmenler hatta veliler bile eğitim sistemine dahil olur. TÜRK TOPLUMUNU BİLGİ TOPLUMU yaparız.

SİYASETÇİLERİN DE SAMİMİYETLERİ İŞTE BU KADAR NET(!)

Net ki; üniversitelerin problemleri, bilim üretmemesi, üniversite öğrencilerinin problemlerini bıraktık, evlerde kimlerle kaldığını konuşuyoruz.
İlk ve orta öğretimde eksiklikler nelerdir, nasıl geliştirebiliriz’i bıraktık, kızlarla erkekler niçin aynı sınıflarda okuyorlar onu tartışıyoruz.

İçimi döktüm, oh be dedim. Bu yazıyı buraya kadar okuyan herkese ayrıca teşekkür ederim. Hatalarımız, yanlış söylemlerimiz, bilgi eksikliklerimiz olabilir. Biz yalnızca kendi kişisel görüşlerimizi ve önerilerimizi dile getiriyoruz. Elbette düşünceler geliştirilebilir. Saygılar.

İş Çok Çalışan Yok!

“İş arayana iş çok, Türkiye’de işsizlik yok!” diyenlere…

Görsel

Aranan nitelikler:
– Üniversite mezunu
– Kişisel bakımına önem gösteren (prezantabl)
– Takım çalışmasına el verişli ve iş odaklı çalışan
– Seyahat engeli olmayan, aktif araç kullanan.
– İleri seviye İngilizce bilen
– En az 2 yıl deneyimli
– Yaratıcı, analitik düşünen, pratik
– Sorumluluk almaya hazır.
– Askerlik engeli bulunmayan
– ….. programlarını çok iyi kullanan
vs. vs. vs. diye giden özellikler.

Peki maaş: ?
Asgari Ücret + SSK + Yemek + Yol

Bak bak bak. Yukarıdaki tüm niteliklere sahibim ama gerizekalıyım o yüzden asgari ücrete bu işi kabul ediyorum. Bir de SSK yapıyorlarmış. Lütfettiniz değerli işveren. Zira ülkemizde “sigortasız işçi çalıştırmak” zaten SUÇTUR! Ben istemesem de sen zorundasın onu yapmaya.

Maaş ve işçi hakları konusunda problem olmayan işlerde de Mühendis, Tekniker, Uzman, Üst Düzey Yönetici ya da x mesleğe sahip olmak gibi özellikler aranıyor.
Yani sen “y” mesleğini icra ediyorsan o iş alanına başvuru yapamıyorsun. Doğal olarak o sektör senin için değerlendirebileceğin bir sektör olmaktan çıkıyor.

Bir haftada binlerce iş ilanını taramışımdır. Bu memleketin evladı, üniversite mezunu, eli ayağı tutan bir genç olduğuma göre bu memlekette ekmek yemek benimde hakkımdır. Boşta geçirdiğim her gün hem bana hem de devlete zarardır. Top yekün tüketici olduğumuz toplumda, sürekli ve kayıtsız tüketiciler sınıfına bir kişinin daha katılması milletimizin yararına olmaz.

Gel gelelim iş çok, çalışan yok diyenlere. Ben bilişim teknolojileri öğretmeniyim. Kişiyi en iyi bilen kişinin kendisidir. Beni en iyi ben bilirim. İş ilanlarına bakıyorum adam inşaat teknikeri, mühendis, ingilizce öğretmeni, elektrik teknisyeni vs. vs. vs. diye devam eden mesleklerde eleman arıyor.
Ne demeliyim iş verene? “Ben elektrik-elektronik mühendisi değilim ama işe alırsanız öğrenirim efendim” mi diyeyim?

İş çok çalışan yok diyenlere cevabım: “Oturduğun yerden konuşmak kolay, kalkıp bir işte çalışmaksa olay bu memlekette kardeşim.”

Talep-Arz dengesi yok.
Nüfus planlaması yok.
Ekonomi ya da kalkınma planı yok.
Eğitim planı ya da milli hedef yok.
Mesleki gelişim ve eleman yetiştirme faaliyetleri oldukça zayıf
vs. vs. diye problemleri çoğaltabiliriz.

PGörseleki böyle devam ederse ne olur? Ne olacak; “oğlan yer oyuna gider, kız yer koyuna gider.” el elde, baş başta kalırız.

Çözüm: İvedilikle eğitim, kalkınma ve nüfus planlamaları yapılmalı. İthalat-İhracat dengesi kurulmalı. Üretime ağırlık verilmeli. İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa, Adana ve Gaziantep dışında kurulacak fabrika ve üretim tesislerine devletin daha fazla destek vermesi ve düşük vergilendirmeye gitmesi yönünde çalışmalar başlatılmalı. Şehir yoğunluklarının İstanbul, Ankara ve İzmir’den daha çok Anadolu’nun iç kesimlerine kaydırılması, köy-kent dengesinin kurulması yönünde çalışmalar yürütülmeli. Vatandaşın ihtiyaçlarına yönelik tüketim maddelerinin talep ve arzı ile iş sahalarının, iş verenlerin, devlet kadrolarının işçi ihtiyaçlarıyla; bu alanlarda çalışacak olan nitelikli iş gücünün talep-arz dengesi kurulmalı.

Çalışan, üreten ve gelişen bir Türkiye için devletiyle, milletiyle, el birliğiyle planlı, programlı ve özverili şekilde hareket edilmelidir.

En en en önemlisi ben sadece sosyal gözlem yoluyla fikirlerimi belirtiyorum; ancak çözüm sürecinde bilgi birikimim buna yetmez. Bu nedenle işin uzmanı olan kişilerden, akademisyenlerden, üniversitelerden vs. konsültasyon ekipleri kurularak sosyolojik incelemeler ile raporlar oluşturulup, raporlar doğrultusunda çözüme gidilmeli.

İşsizliği tek haneye indirdik (%9) başarı değildir. İşsiz bir kimse için işsizlik ya vardır (%100) ya da yoktur (%0).

Bağırarak Düşünmece

Eğitimin içindeki herkes verilen eğitimden, sistemden, eğitimin Türkiye’de vücut bulmuş her halinden şikayetçi. Bakan ve müsteşarları hariç. Bugün Avrupa, Amerika, ekonomik olarak gelişmiş ve gelişmekte olan devletler bilimi, fenni konuşuyor. Bizde Norveç’ten aldığımız gemiye Türkçe isim verip, ilk yerli zartımız, ilk yerli zurtumuz diye ortaya çıkartıyoruz. Üstüne üstlük ateşli silah donanımı olmayan bir “eğitim uçağı” ile dünyaya meydan okuyoruz.

Türkiye’nin gündemi sürekli kan, gözyaşı, terör ya da seçim.. Bunların haricinde halkın uyutulması gerekiyorsa siyasiler kendi aralarında saçma sapan tartışmalar çıkartıp gündemi oyalıyorlar ya da yapacaklarını büyük milli maçların olduğu günlere, derbilerin olduğu günlere denk getiriyorlar. Türkiye’de gündemin en güzel olduğu zamanlarda bile ancak yabancı sermayenin Türkiye üzerindeki etkisini konuşabiliyoruz.

Vatandaşımız mutsuz. Bir şekilde mutsuz. Kimisi sağlıktan, kimi eğitim sisteminden, kimi ekonomiden, kimi özgürlük ve demokrasiden, kimi oluşturulan diktatör, dayatmacı sistemden; herkes şöyle veya böyle bir şeylerden rahatsız ve şikayetçi. Elbette herkesi memnun etmek imkansız bir şey. Ancak yalnızca bir kesimi memnun etmeye çalışmakta insafsızca davranış olarak vuku bulur.

Toplumun her kesimi kucaklanmalı ve talepleri dinlenmeli. Makul seviyedeki talepler mümkün olduğunca yerine getirilmeli. Devleti devlet yapan milletidir. Vatan, Millet, Devlet bir bütünün ayrılmaz parçalarıdır. Bunları ayırmak kıyım olur. Öyleyse millet içinde şu ya da bu şekilde; dini veya dünyevi konularda tasnif edici davranmak müessif olarak karşılanır. Yüce Yaradan’ın bizlere adeta lütuf olarak sunduğu şu güzelim memleketimizi kalkındırabilmek için toplumu tasnif edici değil, birleştirici, bütünleştirici olmak gerekir. Toplumun hiçbir kesimi yaşayış biçimi, dini veya dünyevi fikirleri nedeniyle tahkir edilmemeli.

Milletiyle, devletiyle el ele vermiş bir Türkiye’nin önünde durabilecek bir güç göremiyorum. Türk insanı merhameti ile, misafirperverliği ile, hoşgörüsü ile, insanlığı ve yardımseverliği ile nam salmıştır. Türk insanını savaşla özdeşleştirmek milli ve manevi duygularımıza zarar verici nitelikte bir darbe olur.

Geleceğimizi bizler inşa ediyoruz. Geleceğinizin nasıl olmasını istiyorsanız, o şekilde çalışın. Bilimin, fennin, teknolojinin konuşulduğu; barışın, sevginin ve hoşgörünün vuku bulduğu güçlü bir Türkiye en büyük temennimdir. Vatanını en çok seven; doğru ve dürüst en iyi şekilde işini yerine getirendir.

Hiç kimse bu memleketin hiçbir evladına vatan haini diyemez. Birbirbimizi ayrıştırıcı, ötekileştirici nitelikte ifadeler kullanmaktan kaçınmalıyız. Kimse bu memleketin evlatlarını düşüncelerinden dolayı vatan haini şeklinde töhmet altında bırakıcı ağır ithamlar ile suçlayamaz. Nedir; bir kesim vatandaşımız düşüncelerinden dolayı vatan haini de, diğerleri çok mu vatanperver? Vatanperverlik bir olayı, durumu, düşünceyi, eylemi destekleyip desteklememekle olmaz. Vatanı için çalışmak ile olur.

Bir vatandaşın ifade ettiği düşünce ya da ortaya koyduğu eylem (hareket) milli çıkarlara ters düşüyorsa, o düşünceyi anlamaya çalışmak, niçin ifade edildiğini araştırmak, sözlerin özü ve düşüncenin altında yatan nedenleri öğrenmeye çalışmak gerekir. Hareketin yapılış nedeni öğrenilmelidir. Muhakkak altında iyi niyet yatıyordur. Ameller, niyetlere göredir. Bu memleket içinde böyledir.

Tahkir, tensif ve tahrik edici ifadeler BİZE, bizim bütünlüğümüze ancak zarar verir. Bize hiçbir faydası olmaz. Hiçbirimiz hepimiz kadar güçlü değiliz. Biz böyle “biz” olduk.

Hangi tarafımızdan vazgeçelim?

Neden Bilişime 4000 Kadro İstiyoruz!

Çünkü eğitim şakaya gelmez. Eğitim taşeron şekilde ve günü kurtaracak yamalarla yapılamaz. Çağımızın gerektirdiği eğitim anlayışında bilişim teknolojilerinin rolü ve etkisi yadsınamaz bir gerçek. Bu teknolojiyi kullanarak eğitimi bilimselleştirme olsun, teknolojiyi eğitime entegre etmek olsun yalnız öğrenciler için değil, öğretmenler ve veliler içinde teknolojinin eğitime katkılarını maksimum düzeye çıkarmak adına bilişimden başlanarak, eğitim iyileştirilmelidir.

Eğitim rant alanı, açık pazar ya da maddi kazanç sektörü değildir. Eğitim gelecektir. Geleceğimizin teminatı alanında uzman öğretmenler ve onların yetiştirdiği öğrencilerdir. Bilişim teknolojileri ile birlikte daha bilimsel ve daha kaliteli bir eğitim, esas amacımız olmalıdır. Bu amacı gerçekleştirebilecek yeterlilikte olan BT Öğretmenleri olarak bu kutsal göreve talibiz. Ötesi berisi yok!

Sanat ve spor alanlarında bile bilişim teknolojilerinin gelişimiyle yaşann değişimin eğitimde gerçekleşmemesi üzücü. Fotoğrafçılık, sinema hatta tiyatro bile bilişim gelişimiyle oldukça ilerleme kaydetti. Eğitim yerinde sayıyor. Yine Bilişim Teknolojilerinin gerektirdiği şekilde iletişim yolları değişti, oldukça gelişti. Eğitim yerinde sayıyor.

Bu bir devlete kapağı atalım gerisi önemli değil organizasyonu değildir. Bu vatansever pırıl pırıl genç öğretmenlerin alın teriyle memleketlerini hakkıyla kalkındırma çabasıdır.

İlgililere önemle duyurur, gereğinin ivedilikle yapılmasını saygıyla arz ederim!

#NedenBilişime4000Kadro

Sesimi Duyan Yok Mu?


Birlikte BT
Değerli arkadaşlarım; son günlerde sıkça gündeme gelmekte olan bir eğitim sorunun çözümü için kamuoyu oluşturma çabamıza sizlerinde desteğini bekliyoruz. Bilişim çağında bilişim teknolojileri dersi seçmeli, bilişim teknolojileri öğretmenlerinin görevlerine başka branşlar görevlendirilmekte ve BT öğretmenleri atıl konuma getirilmektedir. Fatih projesi ile eğitime teknolojiyi entegre çabamızda bilişim teknolojileri öğretmenlerinin yeri şüphesizdir. Bir sistem düşünün %70’den fazlası İngilizce olan, bu sistemden İngilizce dersini kaldırın, öğretmenlerini sistem dışı bırakın. Sizce bu akla uygun mudur? Aynı durum ülkemizde şu an Bilişim Teknolojileri Öğretmenleri için geçerlidir.
– Teknolojiyi yalnızca tüketen değil, aynı zamanda üretebilen bir nesil için,
– Sanayi devrimini kaçıran Türkiye’nin, bilişim çağını kaçırmaması için,

Bilişim Teknolojileri Öğretmenlerine haklı davalarında destek verin!

Başbakanlık İletişim Merkezi BİMER’e mesaj atıyoruz.
Mesajımız:

“Ben Sakarya üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Öğretmenliği 4.sınıf öğrencisiyim. Maalesef fatih projesi gibi çok önemli bir proje başlamasına rağmen bu projeyi en iyi şekilde uygulayacak Bilişim öğretmenleri projenin dışında bırakılmış, okullardaki formatör görevlendirmesi yüz saatlik bir eğitimle diğer branşlara da sağlanmış, bilişim öğretmenleri tüm bu sorunlarla boğuşurken bir de norm fazlası durumuna düşürülmüştür. Bu yüzden 4 yıl boyunca bu işin eğitimini almış binlerce öğretmen mesleğini icra edemez duruma gelmiştir.

Bütün Avrupa bilişim çağında eğitimin bilişim teknolojileri olmadan olamayacağını savunurken, TBMM Bilişim Komisyonu Raporu ve buna benzer onlarca raporda bilişim teknolojilerini eğitime entegre etmeden eğitimin noksan kalacağını söylerken, Türkiye’de Bilişim öğretmenlerine verilen değer ortadadır.

Bu yüzden ben bilgisayar derslerinin; müfredatı güncellenerek her kademede zorunlu olmasını, diğer branşların bilişim alanlarında görevlendirme almamasını ve Her okulda en az bir bilişim öğretmeni olmasını istiyorum.

Saygılarımla.”

BİMER: http://bimerapplication.basbakanlik.gov.tr/Forms/pgApplicationEx.aspx

KPSS Tercih Kılavuzu

BASIN DUYURUSU
(12 Kasım 2012)

Bazı Kamu Kurum ve Kuruluşlarının Kadro ve Pozisyonlarına
Yerleştirme Yapmak İçin Adaylardan Tercih Alınması

Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelik hükümleri uyarınca bazı kamu kurum ve kuruluşlarının kadro ve pozisyonlarına yerleştirme yapmak amacıyla adaylardan tercih alınacaktır.

Bu amaçla hazırlanan Kamu Personel Seçme Sınavı KPSS-2012/2 Tercih Kılavuzunda, ortaöğretim, ön lisans ve lisans düzeyleri ayrı olmak üzere tercih yapılabilecek kadro ve pozisyonlar yer almaktadır.

Kılavuz 19-28 Kasım 2012 tarihleri arasında ÖSYM’nin http://www.osym.gov.tr internet adresinden yayımlanacaktır.

Adayların kılavuzda yer alan kadro ve pozisyonları tercih edebilmeleri için, 7-8 Temmuz 2012 ve 22-23 Eylül 2012 tarihlerinde yapılmış olan Kamu Personel Seçme Sınavlarından (2012-KPSS Lisans ve 2012-KPSS Ortaöğretim/Önlisans) birine girmiş ve bu sınavların en az birinden ilgili KPSS puanını almış olmaları gerekir.

Yerleştirme işlemlerinde ortaöğretim mezunları için KPSSP94, önlisans mezunları için KPSSP93 ve lisans mezunları için KPSSP3 puanı kullanılacaktır.

Adaylar tercihlerini 19-28 Kasım 2012 tarihleri arasında, kılavuzda yer alan kurallara göre, ÖSYM’nin https://ais.osym.gov.tr internet adresinden TC Kimlik Numaraları ve şifrelerini kullanarak kendileri yapacaklardır. ÖSYM’ye posta yoluyla gönderilen veya elden verilen tercih listeleri geçerli olmayacaktır. Tercih süresi kesinlikle uzatılmayacaktır.

KPSS-2012/2 Tercih Kılavuzuna göre yapılacak yerleştirmeye başvuracak adayların kılavuzu dikkatle incelemeleri gerekmektedir.

Adaylara ve kamuoyuna duyurulur.                                                                                                                                                                                                                                                          ÖSYM BAŞKANLIĞI

Atatürk ve Kadın

 Atatürk, Türk kadınını yeniden topluma kazandırmakta kararlıydı. Şöyle diyordu :
“ Daha esenlikle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Büyük Türk kadınını çalışmamıza ortak etmek, yaşamımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını bilimsel, ahlaki, sosyal, ekonomik yaşamda erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve desteği yapmak yoludur esenlikli yol. Eğer kadınlarımız… erdemin gerektirdiği davranış ve hareketlerle aramızda bulunur, ulusun bilim, sanat ve sosyal hareketlerine katılırsa, bu durumu inanın ulusun en tutucusu bile beğenmekten kendini alamaz. ”

Atatürk, kadınların toplum yaşamında erkekler kadar başarılı olacaklarına inanıyordu :
“ Çok büyük şükranla görüyoruz ve görmekteyiz ki, hanımlarımız her yerde erkeklerle fikir ve aydınlık yolunda yarışırcasına yürüyorlar. Yine şükranla belirtmek gerekir ki, kadınlarımız hiçbir yerde erkeklerin gerisinde değildir. Hemen her yerde kadınla erkek arasında eşitlik görüyorum. Bu durum övülmeye değer. Kadınlarımızın daha az uygun koşullarda erkeklerden geri kalmayışı ve belki aynı koşullarda erkeklerden ileri gidişi övünülecek bir durumdur. ”

Atatürk, kadınların giyimleri konusunda ise ölçülülüğü savunmaktaydı:
“ Bizim örtünme konusunda dikkate alacağımız şey, bir yandan ulusun ruhunu öte yandan yaşamın gereklerini düşünmektir. Örtünmede her iki yöndeki aşırılıklardan kaçınmakla bu iki gereksinimi de karşılamış olacağız. Örtünüş biçiminizde ulusun manevi gereksinimini tatmin için İslam ve Türk yaşamını başlangıcından bugüne etraflıca açıklığa kavuşturmamız gerekir. Bizim kadın yaşamında, kadının giyiniş biçiminde yenilik yapmamız söz konusu değildir. Belki sadece dinimizde, ulusal geleneklerimizde, tarihimizde zaten var olan, herkesçe beğenilen adetlere geçişi düzenlemek söz konusu olabilir. Kendi zevkimize, kendi terbiye ve düzeyimize göre istediğimiz kıyafeti seçebiliriz. Ancak, tüm ulusun kabul edebileceği biçimleri,tüm ulusun yaşamında uygulama olanağı bulan kıyafetleri herhalde genel eğilime uygunlukta görmek doğru olur. Bazı ulusların zevk alemlerini ülkemizde uygulamaya kalkışmak elbette hata olur. Bu yol sosyal yaşamımızı ileriye ve erdeme götürmez. ”

“ Kadın konusunda biçim ve kıyafet ikinci derecede kalır. Kadınlarımız için asıl savaşım alanı, başarılı olunması gereken alan, kültürle, aydınlıkla, gerçek erdemle donanmaktır. Ben sayın hanımlarımızın Avrupa kadınlarının gerisinde kalmayacaklarına, aksine pek çok yönden onların üstüne çıkacaklarına, nur ve kültürle donanacaklarına kuşku duymayan, buna kesinlikle inananlardanım. ”

Türk kadınının durumundaki iyileşmeler kısmen de olsa Atatürk’ten önce başlamıştır. Kemalist Türkiye döneminde ise hızlı bir gelişme kaydetmiştir. Kız çocuklarına ilk ve ortaokula gitmesi izni 1858’de verilmişti. Ebe okulu, kız sanat okulu ve kız öğretmen okulu aynı dönemlerde açılmıştı. İlk kadın yazarlar, kadınlara yönelik ilk yayın organları yine o sıralarda açılmıştı. İlk kadın derneği ise savaş yaralılarına yardımcı olmak amacıyla 1867 yılında kuruldu. İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra, kadınların konumlarıyla ilgili bazı önemli gelişmeler daha görüldü. İlk kız lisesi, 1913 yılında İstanbul’da açıldı. Halide Edip Adıvar, Kadın Haklarını Savunma Derneği’ni (Müdafaa-i Hukuku Nisyan) kurdu. 1914’te bugünkü adıyla Kız Teknik Yüksek Öğretim Okulu öğretime başladı. 1921’de de, Fen ve Edebiyat Fakültelerinde kızlar erkek sınıflarına girdiler.
Kadının “vatandaş” sayılmasına bile karşı çıkan milletvekillerinin neredeyse çoğunlukta olduğu bir mecliste ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın içinde kadının ileri toplumlardaki gibi hak sahibi kılmak için ilk adımlar atılmıştı. Türk kadını 5 Aralık 1934’de seçme ve seçilme hakkına kavuştuğu zaman, demokrasinin beşiği sayılan Fransa ve İsviçre gibi ülkelerde kadınlar henüz bu haktan mahrumdular.